Restleriyle gitmek, hasretiyle dönmek

   

     Restleriyle gitmek, hasretiyle dönmek arasında

     ” Ben, Türkiye'de 35 yıl soluksuz üretirken ve  bedellerle sınanırken, başlarını kumdan çıkarmamış adamlar gitmem üzerinden hayli ahkam kestiler. Ne çok insan kalıyor olmakla ve bana küfretmekle mücadele ettiğini sanmanın altını çizme imkanı buldu. Ben ise şaşkınlıkla izledim o ucuzluğu ve bir kez daha anladım ki, kendimizi sağcı-solcu-liberal-muhafazakar-aydın vb. nitelemelerle tanımlamadan önce, aslında bir yaşam görgüsüne, erdemli olmaya ve ahlaka htiyacımız var…”

         Yılmaz ODABAŞI

        Suruç ve Ankara’da bombaların patladığı, Hacı Birlik’in sürüklenme fotoğrafına, daha pek çok irkiltici barbarlığa sarsılarak tanıklık ettiğim günlerde bütün bu hukuksuzlukların, kötülüklerin yanıtsız, cezasız kalmaması gerektiğini düşünürken, Twitter hesabıma: “AKP, tek başına iktidar olursa Türkiye’yi terk ederim!” diye yazmıştım.

      Seçim sonuçları açıklandığında yüzlerce Aktrol, Twitter’da adeta memleket meselesi sayıp, bana yüzlerce küfür ve hakaret yağdırarak “Biz Osmanlı evladıyız. Haydi, Türkiye’yi terk et! diye yazarken İsviçre’deydim. Bu ağır küfür ve ithamlara o saatler çok öfkelenip, “o halde terk ediyorum!” dedim. Bir an öfkeyle yazdım...

       Yurt dışında kaldığım evrede başta dostlarım Tahir Elçi’nin planlı bir suikastle katledilmesi ve Can Dündar’ın tutuklanması vb. beni derinden yaraladı. Kürt illerinde kuşatmalar ve göç, dahası AKP hükümetinin savaş konsepti vd. yaptırımlar ile Türkiye’de oluşan sivil darbe koşulları, ülkemin demokrat insanlarında ağır bir moral çöküntüye neden olmuştu. Bu koşullarda Türkiye’ye uzak olmamın büyük bir  boğuntu ve ağır vicdani bir yüke dönüştüğünü gördüm...

       Bizim dilimizin Türkiye’de istikrarı bozduğuna inananlara karşı gitmekle, bir anlamda “Ben, gerekirse giderim, siz de huzur bulun!” demek istemiştim. Fakat yüzde elli oy alarak hükümet olmalarına rağmen, yine de hiç mi hiç huzurlu olamadıklarını, hatta huzuru ve istikrarı asla aramadıklarını gördüm. Bir yandan Kürt’lere iç savaş ilan ederken, bir yandan Rusya ile savaşa girmeye, bir yandan İsrail’le uzlaşıp Rusya’ya karşı bir güç olmaya, öte yandan Suriye'yi karıştırıp, Irak’ta bir savaş çıkarmaya çabalayan AKP hükümetinin, aslında biz olmasak da huzuru, istikrarı asla istemediğini bir kez daha anladım(!)

       Kahramanmaraş, Sivas, Çorum katliamlarında, Roboski’de insanlar katledilirken veya Suruç’ta, Ankara’da bombalar patlarken hendekler yoktu. Bu kez hendekler gerekçesiyle Kürt illerinde bir savaş ilan ettiler. İç barışı bozarak Türkiye’nin huzurunu topyekun kaçırmaya ahdeden bu huzursuz zihniyetin, benim huzurumu da boşuna bozduğunu, bu huzursuz mantalite için huzursuz olmama  asla değmediklerini düşündüm.Toplumun yüzde ellisini oluşturan AKP'liler için değmez diye düşündüm.

        

        Tehditler…

        Türkiye’de antidemokratik yaptırımları izlemekten soluğumun kesildiğini hissederek sadece biraz nefes almaya çıkmıştım. Fakat AKP, bana yurt dışında da huzur vermedi. Özellikle Twiter’dan “Bu devlet seni yurt dışında da bulup beynine bir kurşun sıkmadan bu defter kapanmaz” veya “Paris’te seni bulup kurşun ikram edecek özel harekât kuvvetlerimiz!” gibi yorumları sıkça okuyordum. Baktım ki vurmaya ahdetmişler; hem onca uzağa gelmelerine gönlüm razı olmadı, hem de vurulursam çok uzaklara gömülmek istemedim(!)

      Gittiğim için binlerce küfür yazanlar, şimdi de döndüğüm, ölsem öldüğüm için de küfredebilirler. Sussam sustuğum, yazsam yazdığım ya da hapse girsem girdiğim için de onlar sadece küfredebilirler. Bu onların ahlak ve düzey çıtasıyla ilgilidir. Onlar kendilerini küfürle ifade etmeyi bir yaşama kültürü haline getirmişlerdir ve kullandıkları dil sadece kendilerini bağlar…

     Gittim. Avrupa’nın soğuk çehresini sevmedim; dostlarımı, yakınlarımı özledim,  iki ay sonra döndüm. Yukarıda vurguladığım gibi, bu kendi hayatımla ilgili tasarrufumdur. Benim özel hayatım, gündelik hayat içinde şiddete, bir nefret suçuna ya da yüz kızartıcı bir fiile dönüşmeyen öfkelerim, tepkilerim, restlerim, alınganlıklarım, yürüyüşlerim, gidişlerim ya da dönüşlerim aslında kimseyi ilgilendirmez.

      Bu toplum, öteden beri şairine, yazarına, gazetecisine hep yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi davranmayı tercih ederken, cellatlarına ve yalancı siyasetçilerine aşıktır. Bu toplum, öteden beri yazı ve düşünce insanlarını her zaman kuduz köpekler gibi  kovalamış, çoğu zaman onları hapishanelerde unutmuştur. Bu toplum, çoğu zaman kendi çocuklarının katillerini bile alkışlayan vicdandan yoksun hasarlı duyarsızlığıyla yazı ve düşünce adamlarına her zaman sevgisiz ve öfkeli davranmıştır.

       Kuşkusuz bana geçmişte de kızmışlardır, bugün de kızmaktadırlar, bu yarın da böyle olacaktır. Bunun böyle olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş biriyim. 

         Türkiye, benim ülkemdir

         Bu küfür toplumu, bu maharetini özgürce kullanmaya devam ederek bütün bu hukuksuzluk ve yolsuzluklarla barışık yaşamayı tercih etme aymazlığını elbette sürdürebilir. Fakat ben, dönmüş olsam da, bu realiteyle, bu sistemle asla barışıp uzlaşmayarak muhalefetimi , yazarlık uğraşımı ülkemin insanlarıyla aynı hizada tutup müdahil olmayı, kalmayı hayatımın sonuna kadar sürdüreceğim. Türkiye, her şeye rağmen benim ülkemdir!

       Ben, bir şairim. Duyarlığım ataktır, ayaktadır. Yakarım geceleri, rest çekerim, giderim, özlerim, dönerim. Sırf bu nedenle kimilerinin bana görevini kötüye kullanmış memur gibi davranması anlamsız. Bu, kendi hayatımla ilgili tasarrufumdur. Bunun hesabını da her iki kişiden birinin bunca talana, yolsuzluğa, hukuksuzluğa onay verdiği AKP toplumuna vermek zorunda  değilim.

       Çocuklar, siviller katledilirken dahi hastalıklı milliyetçi algısıyla susan yüzde yetmişi faşist bir  topluma, vicdanını her koşulda korumuş bir adam olarak asla hesap vermak zorunda değilim! Ben, sadece dostlarım ve okurlarıma açıklama yapmakla yükümlüyüm; zaten  bu açıklamayı da onlar için yapıyorum;  sadece gidişime üzülen ve kendilerini yalnız bıraktığımı düşünerek içerleyenler için...

       Yaşam görgüsü ve erdem

       Ben, Türkiye'de 35 yıl soluksuz üretirken ve bedellerle sınanırken başlarını kumdan çıkarmamış adamlar gitmem üzerinden hayli ahkam kestiler. Ne çok insan kalıyor olmakla ve bana küfretmekle mücadele ettiğini sanmanın altını çizme imkanı buldu. Ben ise şaşkınlıkla izledim o ucuzluğu ve bir kez daha anladım ki, kendimizi sağcı-solcu-liberal-muhafazakâr-aydın vb. nitelemelerle tanımlamadan önce aslında bir yaşam görgüsüne, erdemli olmaya, ahlaka  ihtiyacımız var…

      Twitter’da 1 Kasım’da gittiğimi yazmamı basının, sosyal medyanın ve aktrollerin gereğinden fazla abarttıklarını düşünüyorum. Oysa bu ülkenin benim bir yerlere gitmem ya da dönmemden daha ciddi yüzlerce sorunu var...

        Kaldı ki gitmek nedir ki insan ömründen bile giderken...Gitmek nedir yerküre tek evimizken...

       Üstelik herkes gelir gider umutla umutsuzluk, düşle yaşam, rüyayla gerçek arasında. Herkes gelir gider bazen kendiyle kendi, bazen kendiyle başkası arasında. Herkes gelir gider kederle sevinç, korkaklıkla kahramanlık, arzuyla utanç arasında.

        Herkes gelir gider susmakla konuşmak, gitmekle gelmek, yalnızlıkla kalabalık, güvenle güvensizlik arasında.

        Herkes gelir gider restleriyle gitmek, hasretiyle dönmek arasında…    

        Hoş geldim(!) Bilginize sunarım…

        (Bu yazı, 25 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır.)

         ----------------------------------------------------------

         Ek açıklama: 

         Hakkımda ikinci  kez açılan Cumhurbaşkanına hakaret davasından hiçbir biçimde söz etmeyen medya, bir basın açıklaması yapmadığım, sadece Twittar'da  (Suruç-Ankara bombalarıyla son dönem yaşanan travmatik olaylar zinciriyle yaşadığım boğuntuyla yazdığım) "Türkiye'yi terk ediyorum" mesajımı, hevesle gazetelerin ilk sayfalarına taşıdılar.

         Böylelikle, muhaliflerin  "halkın iradesi"ne saygısız, seçmen tercihini hiçe sayan ucube aydınlar olduklarını  kanıtlama çabasıyla bir cümlemi kendileri lehine kullanışlı hale getirme çabasındaydılar. Cumhuriyet ve Hürriyet Gazetesi hariç (Havuz medyası ve "bu cennet vatan terk edilir mi, Çanakkale ruhuna ayıp değil mi?" diyen ulusalcı medya, hatta sol medya dahil) bu restimi ti'ye alarak  farkında olarak veya olmayarak AKP medyasının ve Aktrol korosunun ekmeğine yağ sürdüler. Benzeşen yorumlarla hemfikir olarak muhalif olmak adına Aktrollerle ittifak yaptılar.

            1 Kasım 2016 seçim sonuçları açıklandığında, Türkiye'de tüm çevrelerden AKP muhalifleri büyük bir moral çöküntüyle baş başa kalmıştı. O gün oluşan büyük sessizlik ve kayıtsızlıkta Aktrol tahrikleriyle, bir anlık öfkeyle de olsa "terk ediyorum" demem, sosyal medyada yanlışı doğrusuyla ortalığa atılmış tek restti. Ne ahlak dışı ne insanlık vicdanında bir ayıp ne yüz kızartıcı ne de toplumsal bir suç değildi... 

        Fakat hem gittiğimde, hem iki ay sonra  döndüğümde, yandaş medyadan ulusalcı medyaya, Ekşi sözlüğe kadar hakkımda yazılanlara baktığımda, bu toplumda oluşan büyük sevgisizliği ve 15 yıllık AKP iktidarının yarattığı büyük sosyolojik çöküntüyle bu yeni linç kültürünü daha net fark ettim. Kendine muhalif diyenler,  AKP Aktrolleri ve medyasıyla birlikte bana koro halinde  küfrediyorlardı. Pek çok insan küfrederek deşarj olmak dışında bir şeyleri nüanslarıyla anlamak niyetinde değildi. Ulusalcılar da "bu cennet vatan" adına  en az Aktroller kadar  öfkeli ve  sanki yüz kızartıcı bir insanlık suçu işlemişim gibi davranıyorlardı. Tümü de yazabilecekleri her mecrada şaşırtıcı bir öfkeyle hakkımda çirkin, haksız isnatlar yazarken,  havuz medyasının paçoz yayın organı Sabah'tan Aydınlık Gazetesi'ne, Meydan Gazetesi'nden İzdiham Dergisi'ne tümü - ilginçtir- birbirinden habersiz aynı dili kullanıyorlardı.

       Bu tutum, bu sosyopsikolojik koro ve bu sosyopat dil bile,  bu ülkenin adalet duygusunu yitirmiş ruhsal sakatlanmalar ülkesi olduğunun  kanıtlarından biriydi...

       Sırf AKP'nin 1 Kasım seçim zaferine  "Türkiye'yi terk ediyorum. Hilafetinizle, faşizminizle kına yakın!" diye rest çekmiş olduğum için küfreden yüzlerce aktrolün Twitter profillerinde yazdıkları tehdit, itham ve küfürlerin bir yerinde "maaşlarımız ne zaman yatacak?" diyen sorularıyla, bunları maaş karşılığı yazan kemik yalayıcılar oldukları anlaşılıyordu; fakat sol ve ulusalcı medyanın ne karşılığında onlarla aynı dilde buluştuklarını anlamak  zordu. Her konuda bir algısal travma yaşanıyordu Bunu, yani bu empati yoksunu büyük sevgisizliği anlamak  zordu. Olsa olsa ulusalcıların ve bazı sol medya yazarlarının bu tutumunu, Kürt olmama veya kitapları yaygın okunan bir yazar olmama dair gizli öfkeleriyle ilintilendirmek dışında hiçbir makul bir açıklama bulamadım.

        Öteden beri AKP'nin başarısı, karşısında güçlü bir muhalefet olmayışı  değil miydi? Bu alıklar, AKP diline öykünürken, AKP'nin havuz medyasından bağımsız bir dil ve bilihç üretemezken ve  kimileri beni "mücadele saflarını terk etmiş" olmakla itham ederken,   yazdıkları ahkamlar dışında bu ülkede neyi, hangi değeri, sokağı ya da mücadeleyi kurtardıklarını  kendilerine de  sormak gerekirdi?

        Bugün AKP'nin, Türkiye'de solunun ve Kürt'lerin de ensesinde boza pişiren pervasızlığının geldiği noktada sanki kendileri sütten ak kaşık, çok başarılı muhelefet ortaya koymuşlar da, muhalefeti yıpratan sadece  gitmemmiş gibi,  kendi bahçelerinde dal olmadan bana ağaçlık taslayanların havuz medyasıyla aynı korodan küfretmelerinin hangi ihtiyacı karşıladığını hiç anlayamadım...

       Ekşi sözlük vb. pek çok mecrada yazılanlara bakıp,  78 kuşağının Diyarbakır'daki büyük kavgasına daha çocuk yaşlarda, 70'lerin ortalarında cüretle atılmış, hayatı boyunca çarmıhlarda , tek kişilik hücrelerde restleri, yazdıkları ve duruşuyla kırk yıl alnı ak, hiçbir yere de gitmeyerek -ve halen gitmemiş olarak- kesintisiz ödediğim bütün bedelleri bir an'lık öfkeyle yazdığım "terk ediyorum" yorumundan yola çıkarak yakası açılmadık küfürlerle bir kalem silip atan, beni  olmadığım biçimde gösteren çirkin yorumları yazanlar  adına utanç duyduğumu hiç değilse buraya not düşmek istedim.

         Bu tür yorumlar halen yazılıp çizilmekte. Hayatım boyunca sözlerini önemseyen tutarlı bir insan olmaya, kalmaya çalıştım. İlk kez yurt dışına gidip dönmek gibi masum bir nedenin,  basit bir ayrıntının böylesi büyük öfkeye dönüşmesini hayli  irkiltici buluyor, bu öfkeyi  nesnel algının yok edildiğinin kanıtlarından biri olarak da görüyorum.

       Bu ülkede artık empatinin, anlatmanın-anlama ve anlaşılmanın  şu uğultu ve karmaşada  tam olmadığını, sevgisizliğin çok bulaşıcı olduğunu net biçimde görmüş olarak  bu ek açıklamayı yapmayı  gerekli gördüm. Dost ve okurlarımın bilgisine sunarım...   

       (Yılmaz ODABAŞI)